TÜRK-İŞ Genel Sekreteri ve Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Pevrul Kavlak, Bursa 2 No’lu Şube 2. Olağan Genel Kurulu’na katıldı. Genel Başkanı Pevrul Kavlak, Genel Kurul’u açış konuşmasında, yaşanan ekonomik krizden, Türk Lirasının aşırı değer kaybetmesine, asgari ücret görüşmelerinden, işçi sınıfının sorunlarına birçok konuda önemli açıklamalarda bulundu.

Pevrul Kavlak, “Yine asgari ücret tartışmaları başladı. Her kafadan bir ses çıkıyor. ‘Asgari ücret şu kadar olsun, bu kadar olsun. Yüzde 25 ya da 30 olsun.’ Yahu, bugün içinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda bu insanlar yine açlık sınırının altında yaşayacaksa, evine ekmek götüremeyecekse, geçinemeyecekse, asgari ücrete yüzde 30 zam gelse ne olur, gelmese ne olur. Dışa bağımlı olduğumuz enerji ürünlerine sürekli zam geldiği, temel tüketim maddelerine gelen zamlara insanların yetişemediği koşullarda asgari ücrete yüzde 30 zam gelse ne olur, gelmese ne olur?” dedi.

Adil bir vergi düzeni talep ettiklerini belirten Kavlak, “Vergi oranlarının işçiler için yüzde 10 ve 15 olarak düzenlenmesini ya da en fazla yüzde 15’te sabitlenmesini bekliyoruz. Bunu ülkemizi yönetenlerden istiyoruz” ifadelerini kullandı.

Çözüm önerilerini sıralayan Kavlak, “Eğer bu ülkede emekçilerin insan onuruna yakışır bir yaşam sürmesini istiyorsanız, ‘Öncelikle sendikalaşmanın önündeki engelleri kaldırın’ diyoruz.

Engelleri kaldırın ki, işçiler örgütlü gücünü ortaya koysun, işten ayrıldığında kıdem tazminatını alabilsin, işçiler özgürce toplu pazarlık yapabilsin, ikramiyeli, sosyal haklı adam gibi toplu sözleşmeler yapabilsin, işçiler insanca ücret alsın. Alamıyorsa da, kaldırın engelleri, adam gibi grev yapsın” diye konuştu.

Genel Başkan Pevrul Kavlak’ın konuşmasının ardından ise kürsüye çıkan CHP Milletvekili Erkan Aydın, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanvekili Fethi Yıldız, İyi Parti Bursa İl Başkanı Selçuk Türkoğlu ve Rollmech Automotive Grup Direktörü Nazife Uslu genel kurul delegelerine başarı dileklerini sundukları bir selamlama konuşması gerçekleştirdi.

Gerçekleştirilen konuşmaların ardından Bursa 2 Nolu Şube Faaliyet Raporu genel kurul delegeleri tarafından oybirliği ile kabul edildi. Bu bölümde Marelli Mako işyerinden Murat Cengiz ile Yazaki işyerinden Özge Dönmez söz alarak konuştu.

Genel Kurula katılan misafirler arasında TÜRK-İŞ 8. Bölge Temsilcisi Ruhi Biçer, MESS Bursa Bölge Temsilcisi Murat Batur, Aptiv İnsan Kaynakları Müdürü Yasemin Demirel, Karsan Endüstriyel İlişkiler Yöneticisi Ömer Aydınlı, Rollmech Üretim Müdürü Fulya Özmercan, İMortsa A.Ş Hukuk Danışmanı İlhan Doğan, Feka Otomotiv İdari Müdürü Bestami Çetin, Fredeudenberg İnsan Kaynakları Müdürü Yonca Taşdemir, Genel Başkan Yardımcılarımız Halil Faki Erdal ile bazı siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri yer aldı.

Tek liste ile gidilen seçimlerde Şube Başkanlığına Mustafa Tüfekçi, Şube Sekreterliğine Serhat Erken, Şube Mali Sekreterliği Ferruh Topuk, Şube Teşkilatlandırma Sekreterliğine Timurel Sevindi ve Şube Eğitim Sekreterliğine Sefa Aydın aday oldu. 

TÜRK-İŞ Genel Sekreteri ve Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Pevrul Kavlak'ın Bursa 2 No’lu Şube 2. Olağan Genel Kurulu açış konuşması şu şekilde;

“Bugün, Konuşmamın çatısına, son derece önemli bir sosyolojik kavram olan ve değeri, ancak yumurta kapıya gelince anlaşılan Örgütlü toplumu yerleştirmek istiyorum. Örgütlü toplum ve bu kavramın ifade ettiği güç, Türk Metalliler tarafından çok iyi benimsenmiş olsa da toplumun geneli için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Birlikte hareket etme bilincinden yoksun, herkesin kendi bireysel çıkarlarını gözettiği diğer bütün toplumlarda olduğu gibi, günün sonunda biz de kaybeden, ezilen, hakları gasp edilen bir topluma dönüşüyoruz. Hâlbuki uygar ülkeler arasına katılmak, bağımsız ve refah içindeki milletlerin arasında yerimizi almak için, toplumun bütün kesimlerinin bizim gibi güç ve akıl birliği yapması gerekiyor. İşte ancak o zaman, ulusal bir kalkınmadan söz edebiliriz. İşte o zaman, kendi gücümüzle var olabiliriz. İşte o zaman, küçük çıkar guruplarına boyun eğmekten kurtulup, kendi geleceğimizi kendimiz inşa edebiliriz. Şunu kimse aklından çıkartmasın. Biz, içinde bulunduğumuz bu gemiyi her zaman yüzdürürüz. Bugüne kadar hep fırtınalı havalarda, karanlık sularda mücadele ettik. Yine ederiz.

Fazla uzağa gitmeyin, birlikte yaşadığımız şu son on yılda bile, hiçbir dalga bizi yolumuzdan çeviremedi. Hiçbir kayalık bu gemiyi alabora edemedi. Ne dünyanın manyetik alanı ne de boğuştuğumuz derin sular, hiçbiri ama hiçbiri pusulamızın ayarını bozamadı. Gün oldu, bütün olumsuzluklar birleşip kapımıza dayandı. Gün oldu, yedi düvel birleşip üstümüze geldi. Ama sonunda hepsi, vız gelip tırıs gitti. Çünkü biz biriz ve beraberiz. Çünkü biz Türk Metal’iz… Biz, tüm bu zorluklara göğüs gererken yalnızca kendimizi düşünmedik. Ülkemiz için, ülkemizin bütün emekçileri için mücadele ettik. Yalnızca gemisini kurtaran kaptan olmadık. Attığımız her adımda, önce fedakâr Türk Metal üyelerinin, sonra da Türkiye işçi sınıfının yarınlarını hesapladık. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da 220 bini aşkın üyemiz, bir milyonu bulan büyük ailemizle Türkiye için mücadele etmeye devam edeceğiz. Biz bu mücadeleyi kendi başımıza değil, hep birlikte vereceğiz. Hep birlikte kazanacağız.

Bugün geldiğimiz noktada, iki önemli ve zor süreci birlikte yaşıyoruz. Başka bir deyişle, iki paralel çizgi üzerinde eğilmeden, bükülmeden, düşmeden yürümek için, elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Bu iki çizgiden biri, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal gelişmeler, diğeri de şu sıralarda neredeyse tam ortasında bulunduğumuz toplu sözleşme sürecimizdir. Toplu sözleşme sürecine birazdan değineceğim. Ancak önce, sanayicisinden işçisine, köylümüzden memurumuza kadar toplumun tüm kesimlerinin iliklerine kadar hissettiği sorunlara değinmek, bu konudaki görüşlerimi bizlerle paylaşmak istiyorum.

Görünen köy kılavuz istemez derler. Lafı evirip çevirmeden, eğip bükmeden durumun adını koyalım. Yaşadığımız bu sürecin adı, krizdir. Ekonomik krizdir ve eğer bir ülkede ekonomik kriz varsa, sosyal yaşamdan siyasete hatta aile yaşamımıza kadar her şeyde, her yerde kriz vardır, sorun vardır. Ne yazık ki, ekonominin genelinde işler pek de yolunda gitmiyor. Döviz kurundaki inanılmaz artışlar, günden güne artan enflasyon, bir türlü önü alınamayan hayat pahalılığı, çarşıda, pazarda el yakan fiyatlar, işsizlik, yoksulluk. Her şey ama her şey kötü gidiyor. Halkımız, pandemi koşullarının da tetiklediği ekonomik krizin neden olduğu sorunlarla boğuşuyor. Her gün, kapanan bir dükkânın, işten atılan emekçilerin, tarladan aldığı ürününü satamayan köylülerin, ay sonunu getiremeyen emeklilerin haberlerini izlemekten hepimizin asabı bozuluyor. Olan biten karşısında şaşkınız. Hepimizin gözü ekranlarda, dövizde meydana gelen değişimi izliyoruz. Artık saat başı yükselen döviz karşısında, hem kendi geleceğimizden hem de ülkemizin geleceğinden endişe duyuyoruz.

Aslında artan döviz değil, azalan cebimizdeki paramızdır. Değeri düşen Türk lirasıdır. Cebimizden uçup giden kazancımızdır. Azalan alım gücümüzdür. Durum budur, bu kadar vahimdir. Bu kritik ve vahim durum karşısında, ülkemizi yönetenler de muhalefet edenler de sivil toplum kuruluşları da bu krizden çıkış için çare arıyor, çeşitli formüller üretiyor, öneriler getiriyor. Sizler de duyuyorsunuz. Son günlerde kamuoyunun gündeminde başta asgari ücretliler olmak üzere, emeklilikte yaşa takılanların ya da 3600 ek gösterge bekleyen memurların sorunlarına çözümler aranıyor. Her yıl Aralık ayında olduğu gibi, işte yine asgari ücret tartışmaları başladı. Her kafadan bir ses çıkıyor. Asgari ücret şu kadar olsun, bu kadar olsun. Yüzde 25 ya da 30 olsun. Yahu, bugün içinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda bu insanlar yine açlık sınırının altında yaşayacaksa, evine ekmek götüremeyecekse, geçinemeyecekse, asgari ücrete yüzde 30 zam gelse ne olur, gelmese ne olur. Dışa bağımlı olduğumuz enerji ürünlerine, yani elektriğe, doğalgaza, petrole sürekli zam geldiği, temel tüketim maddelerine gelen zamlara insanların yetişemediği koşullarda asgari ücrete yüzde 30 gelse ne olur? Gelmese ne olur?

Gelin kabaca bir hesap yapalım. Asgari ücrete yüzde 30 zam gelse ne kadar eder? Bakın ben söyleyeyim. Bizim hesaptan gidelim. Asgari ücretin saatlik ücreti 15.90’dır. Buna yüzde 30 zam gelse, 20.67 olur. Yani 4 lira 70 kuruş zam demektir. Peki bu aylık ne kadar olur? 225 saatle çarparsak brüt 1073 lira eder. Bunun neti de yaklaşık 850 lira eder. Ayrıca bu artış yıllıktır. Bunu unutmayın. Asgari ücret yıllık belirlenir. Yani bu hesabı, Türk Metal’in ortalama saatlik ücreti olan 22 lirayı baz alarak yaparsak, bizim ortalamamıza göre Yüzde 9.1 zam demektir. Hepsi budur, bu kadardır…Bizim üzerinde konuşmayacağımız kadar küçük bir artıştır ve ne yazık ki, asgari ücret için atılacak imzaların mürekkebi bile kurumadan, alınan zammın bir kısmı çoktan eriyip gidecektir.

Kimse yanlış anlamasın, elbette ki asgari ücretli kardeşlerimiz, insan onuruna yaraşır bir ücrete kavuşmalıdır. Günün koşullarına uygun bir ücret almalıdır. Açlık sınırının altında yaşamaktan kurtulmalıdır. Ancak, asgari ücretin ne kadar arttığı kadar önemli olan başka bir şey daha var. Asıl önemli olan, ülkede asgari ücret alanların sayısının azalmasıdır. Düşünebiliyor musunuz, ülkemizde asgari ücret alanların toplam çalışan işçilere oranı en az yüzde 54 düzeyindedir. Buna, asgari ücretin biraz üzerindeki ücretleri de eklerseniz, bu oran yüzde 70’lere çıkar. Oysa Avrupa Birliğine üye ülkelerde bu oran yüzde 7 ila 10 arasındadır. Yani o ülkelerde çalışanların yüzde 90’ı asgari ücretin üzerinde ücret alıyor. İnsan gibi yaşıyor. Gelin görün ki, bizim ülkemizde, asgari ücret ortalama ücret olmuş… Sendikasız işyerlerinde genel ücret haline gelmiş… Siz hala az mı, çok mu? Öyle mi, böyle mi? Bunları konuşuyorsunuz. Düşünebiliyor musunuz dostlarım, Örgütlenmekte olduğumuz bir işyerinde yedi yıldır çalışan bir arkadaşımız yedi yıldır asgari ücret alıyor. Cebine bir kuruş fazla girmemiş. Yazıklar olsun.

Sendikal düzene karşı olan kendi işyerlerinde sendika bile olmayan, birileri de çıkmış, TÜRK-İŞ asgari ücrete karışmasın, onların asgari ücretli üyeleri yok diyor. Yani ne demek istiyor? Bizim tekerimize çomak sokmayın diyor. Dümenimizi bozmayın diyor. Biz karışmayalım da, kölelik düzenini kurun, öyle mi? Biz karışmayalım da, insanları boğaz tokluğuna çalıştırın, öyle mi? Biz karışmayalım da, asgari ücreti bölgesel yapın, sektörel yapın, öyle mi? Yok öyle yağma, yok… Asgari ücretle sömürdüğünüz o kardeşlerimizin davası bizim davamızdır. Onların davasını sonuna kadar savunacağız. O tekere çomak sokacağız. O dümeni bozacağız. Biz yalnızca asgari ücretlilerin değil. Biz, pazarda çürük domates toplayan yoksulların da, işsizlerin de, ürününü satamayan köylülerin de, çocuğuna mama alamayan dertli babaların da, ezilen, sömürülen herkesin ama herkesin davasını sırtlayacağız. Onları yalnız bırakmayacağız, onlar için de mücadele edeceğiz.

Herkes sorunlara çözüm önerilerini söylüyor. Doğru ya da yanlış önerilerde bulunuyor. Biz de söylüyoruz hem de yıllardır, nefesimiz yettiği kadar bağırıyoruz. Bakın, burada uzun yıllardır beraber olduğumuz kardeşlerimiz şahittir. En az on yıldır bu kürsülerden söylüyorum. Yeri geliyor bağırıyorum, yeri geliyor istiyorum, yeri geliyor öneriyorum, rica ediyorum… On yıldır aynı şeyleri tekrar etmekten, aynı sorunları dile getirmekten ben yoruldum, bu sorunları çözmeye yanaşmayanlar yorulmadı. Ben bu kürsülerden talep etmekten bıktım, emeğin taleplerine kulaklarını tıkayanlar bıkmadı. On yıldır söylüyoruz. Bizim taleplerimiz belli, çözümlerimiz hazır. Eğer bu ülkede emekçilerin insan onuruna yakışır bir yaşam sürmesini istiyorsanız, öncelikle sendikalaşmanın önündeki engelleri kaldırın diyoruz.

Engelleri kaldırın ki, işçiler örgütlü gücünü ortaya koysun… Engelleri kaldırın ki, işten ayrıldığında kıdem tazminatını alabilsin. Engelleri kaldırın ki, işçiler özgürce toplu pazarlık yapabilsin. Engelleri kaldırın ki, ikramiyeli, sosyal haklı adam gibi toplu sözleşmeler yapabilsin. Engelleri kaldırın ki, işçiler insanca ücret alsın. Alamıyorsa da, kaldırın engelleri, adam gibi grev yapsın. Çözüm mü istiyorsunuz? Alın işte size çözüm, daha ne bekliyorsunuz. Kaldırın engelleri, işçiler örgütlü olsun. Özgür olsun. İnsan gibi yaşasın.

Başka ne diyoruz? Bu ülkede adil bir vergi düzeni olsun, az kazanan az, çok kazanan çok vergi versin diyoruz. Yahu Allah aşkına, dünyanın neresinde bir işçi oransal olarak kuyumcudan, doktordan, avukattan daha birçok serbest meslek sahibinden daha fazla vergi veriyor? Soruyorum değerli arkadaşlarım, dünyanın neresinde, bir işçi çocuğuna aldığı bez için yüzde 18 vergi verirken, zengin biri aldığı pırlanta yüzük için vergi vermiyor? Soruyorum size… Dünyanın neresinde, köylünün traktörüne aldığı mazot, Zenginin denizdeki yatına aldığı mazottan daha pahalı? Soruyorum sizlere, soruyorum. Dünyanın neresinde böyle adaletsiz, haksız bir vergi sistemi var? Neresinde?

O halde değerli arkadaşlarım, biz adil bir vergi düzeni talep ediyoruz. Vergi oranlarının işçiler için yüzde 10 ve 15 olarak düzenlenmesini istiyoruz ya da en fazla yüzde 15’te sabitlenmesini bekliyoruz. Bunu ülkemizi yönetenlerden talep ediyoruz.

İşçinizi ezdirmek istemiyorsanız, işte size fırsat. Şu vergi düzenini adaletli hale getirin, işçinizi korumak istiyorsanız işte size bir yol. Vergi matrahını düşürün. Emekçiler şöyle rahat bir nefes alsın, günyüzü görsün. Biz, hayatın, çarşının, pazarın enflasyonuna göre tüm kayıplarımızı telafi etmek istiyoruz. Bununla da yetinmiyoruz, biz, bunun üzerine bir de refah payı almak istiyoruz. Biz, adil bir gelir dağılımı istiyoruz. Ürettiklerimizden, ekonomiye yaptığımız katkıdan, kazandırdığımız katma değerden payımızı almak istiyoruz. “İşçimizi enflasyona ezdirmeyeceğiz” demekle olmuyor, olmuyor. Siz hangi enflasyondan söz ediyorsunuz? TÜİK’in enflasyonu mu? Sizin açıkladığınız o enflasyona, Benim 9 yaşındaki torunum bile inanmıyor.

Bakın Değerli arkadaşlarım, işin başka bir trajik yanı ne biliyor musunuz? Bazı ekonomistler diyor ki, aslında bu ekonomik krizin nedeni bizmişiz. Bizim ücretlerimizmiş. Sendikasız düzenden yana olan, sendika düşmanı birileri, bu kötü gidişin sebebi olarak çalışanların ücretlerine yapılan zamları gösteriyor. Birileri, ellerini kursağımıza kadar sokmuş, boğazımızdaki, hatta midemizdeki ekmeğimizi almaya çalışıyor. Bitti mi? Bitmedi. Sizler de duyuyorsunuz, birileri de diyor ki, İyi ki Suriyeliler var, onlar bizim işçimizden daha düşük ücrete razı oluyorlar, Türkiye ekonomisini ayakta tutuyorlar, diyorlar. Bitti mi? Bitmedi. Bitmedi. Başka birileri de, Türk lirasındaki değer kaybının ve dövizdeki bu artışın, Türkiye’de işçiliği ucuzlatacağını, bunun da Türkiye’nin birçok sektörde üretim üssü olacağını söylüyor. Bizi Çin ile karşılaştırıp, orada asgari ücret 360 dolar, bizde 300 dolar, Türkiye bunu avantaja çevirebilir diyor. Yatırımlar buraya gelir, ülkemiz kazanır diyorlar. Yani aslında ne demek istiyor biliyor musunuz? Biz bugüne kadar ucuz işçi cennetiydik, artık köle işçi cenneti olacağız demek istiyorlar. Şaka yapmıyorum değerli arkadaşlarım, birileri aynen bunları savunuyor, birileri bizi köleleştirmek istiyor. Bunlar ne istiyor biliyor musunuz? Bunlar, çalışma yaşamında dikensiz gül bahçesi istiyor. Sendikasız bir endüstri ilişkileri düzeni istiyor. İstiyorlar ki, işçiler boğaz tokluğuna çalışsın. İstiyorlar ki, bir lokma, bir hırkaya razı olsun. İstiyorlar ki, ellerine verilen üç kuruşu kabul edip, bir de üzerine “Allah razı olsun” desin. Aslında bunlar ne istiyorlar biliyor musunuz? İyi bir dayak istiyorlar dayak…

Yahu insaf edin, insaf. Kırk yıldır, ucuz işçi cennetine çevirdiğiniz bu ülkede, bu insanları sömürdüğünüz yetmedi mi? Köle gibi çalıştırdığınız yetmedi mi? Onların sırtından kazandığınız yetmedi mi? Alın terlerinden çaldığınız yetmedi mi? Yetmedi mi? Evet, size yetmemiş olabilir. Ama sendikalı oldukları için işten attıklarınızın, üç kuruşa köle gibi çalıştırdıklarınızın, bir dilim ekmeğe muhtaç ettiklerinizin, iş cinayetlerine kurban ettiklerinizin, ezdiklerinizin, hor gördüklerinizin, canlarına yetti. Canlarına yetti. Onlar için emekçinin değeri yok, insanın değeri yok, insanlığın değeri yok… Ama yağma yok… Yağma yok. Bu ülkede biz varız, biz. Gün gelir, emeğin en yüce değer olduğunu onlara da öğretiriz.

Bu sorunlar anlatmakla bitmez. O nedenle biz biraz da kendi gündemimize dönelim. Başta da söylediğim gibi, toplu sözleşme sürecinin tam da ortasındayız. MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi için zaman daralıyor, süreç işliyor. Bugüne kadar MESS ile 4 kez toplantı yaptık. Toplamda 44 maddede anlaştık.16 maddeyi yeniden görüşmek üzere erteledik. Yasal olarak 60 günlük süre 10 Aralık’ta dolacak. O tarihe kadar anlaşamazsak uyuşmazlığı tutacağız ve ardından da yine yasa gereğince resmi arabulucuya gideceğiz. Peki ondan sonra? Ondan sonrası size bağlı, sizin direncinize, sizin mücadelenize, bileğinizin gücüne bağlı. Biz, sizden aldığımız güçle, arkamızda sizin desteğinizle, o masada en iyisini yapmak için, en iyisini almak için, ne gerekiyorsa onu yapacağız. Eylemse eylem, grevse grev

Bu süreç kolay mı? Değil. Gerçekten değil. Pandeminin neden olduğu sorunlardan, işyerlerindeki duruşlara, ihracattaki daralmadan, Uzakdoğu’dan kaynaklanan çip sorununa kadar, birçok sıkıntıyla boğuşuyoruz. O nedenle işimiz kolay değil. Zor, hem de çok zor. Allah hepimize kolaylık versin. Ancak şunu unutmayın, Türk Metal hep zoru başaran olmuştur. En zor dönemlerde ayakta kalmıştır. Biz işverenlerimize söyleyeceklerimizi söyledik. Yaşanan sorunları bildiğimizi anlattık. Ancak, siz de şunu iyi bilin dedik. Bu ülkede herkes evindeyken, karantinadayken, hastalıktan korkarken, kaçarken, biz kaçmadık. Tezgahımızın başındaydık. Ülkemiz ekonomisini ayakta tutmak için, sanayi üretimine destek olmak için, sizin karlarınız için, canımız pahasına çalıştık. Ölümüne çalıştık. Biz, üzerimize düşeni yaptık. Şimdi sıra sizde. Bize borcunuz var. İşverenlerimizin, çarkları dönenlerin, bize borcu var. Bu öyle kuru kuruya bir teşekkürle geçiştirilecek bir borç değildir. Büyük bir borçtur. Az kaldı o günler geliyor. Umut ediyorum ki, bu borç çok yakında hak ettiğiniz biçimde tahsil edilecektir. Bu süreçte karlarına kar katanlar, sizlere olan borcunu ödeyecektir. Çünkü biz, canımız pahasına, ölümüne çalıştık.

Biz her şeyi fazlasıyla hak ediyoruz. Biz, demokrasi istiyoruz. Biz, hak ve özgürlüklerimizi sonuna kadar kullanacağımız demokratik bir ülke istiyoruz. Biz, sendikal haklarımızı kullanmak, özgürce örgütlenebilmek, sendikamızın çatısı altında, kendimizi güvende hissetmek istiyoruz. Biz, özgür toplu pazarlık düzeninde, hakkımızı sonuna kadar almak istiyoruz. Biz, karakışta işten atılmak istemiyoruz. Evimize helal ekmek götürmek, çoluk çocuğumuzun yüzüne bakabilmek istiyoruz. Biz, az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmasını istiyoruz. Biz, iş cinayetlerinde can vermek istemiyoruz. Biz, bu ülkede çalışmak, üretmek, ürettiğimizi hakça paylaşmak istiyoruz. Biz, İnsanca yaşamak istiyoruz.”