Bazı geceler vardır, yaşanır ve geçer. Kimisi unutulur, kimisi güzel bir anı olarak hafızada kalır. Ama nadiren de olsa öyle geceler olur ki; insanda iz bırakır, ruhuna dokunur, bir bakıma insanı kendine kavuşturur. Fazıl Say’ın İznik’te seslendirdiği “İznik Türküsü” konseri, işte böyle bir geceydi. Unutulacak bir akşam değil, hafızaya kazınan bir tecrübenin adıydı.
Bu eşsiz konseri 3. Göz Medya adına köşe yazarı kardeşim Enbiya Bakır ile birlikte yerinde izledik, dinledik, hissettik. Tarihi kadar gölüyle, yeşiliyle ve taşıdığı kadim ruhla insanın içine işleyen bu şehre yakışır bir derinlikteydi yaşadığımız gece. Sadece müziği değil, atmosferi, duygusu ve taşıdığı anlamıyla da bambaşka bir yerde duruyordu bu etkinlik.
Bir Konserden Fazlası Ruhun Göl Kenarında Dolaşması…
Konserin yapıldığı alan, İznik Gölü’nün kıyısında, gün batımının altın tonlarına boyadığı bir sahnede kurulmuştu. Doğanın sessizliğiyle sanatın sesini buluşturan nadir ortamlardan biriydi. Gökyüzü turuncu bir perde gibi üzerimize serilmişken, sahneye çıkan Fazıl Say, piyanonun başına geçti ve ilk notaları dökülmeye başladı.
Ama bu notalar alışıldık değildi. Onlarda İznik’in kokusu vardı. Roma’dan Osmanlı’ya, Selçuklu’dan günümüze uzanan tarihsel katmanlar sanki bu melodilerin içine gömülmüş, notaların arasından usulca bize sesleniyordu. Kardeşim Enbiya ile birbirimize baktık; daha ilk dakikada anladık ki bu sadece bir müzik dinletisi değil, bir yolculuk olacaktı.
Fazıl Say, bu toprakların çocuğu. Batılı müzik teknikleriyle yoğrulmuş olsa da Anadolu’yu unutmamış, her eserinde biraz memleket kokusu taşıyan bir sanatçı. “İznik Türküsü” eserinde de bu özlemi, bu aitliği, bu köklü bağları hissettik. Her tınıda bir çocukluk türküsü, her geçişte bir geçmiş özlemi vardı.
Eser boyunca zaman zaman hafifleyen, zaman zaman yükselen bir dalga gibi hissettik müziği. Gölde usulca süzülen bir sandal gibi başladık. Ardından sazların ve yaylıların eşlik ettiği bölümlerde rüzgârın sertleştiğini, suyun çırpındığını hissettik. Sonlara doğru ise tekrar bir sükunet, bir kabulleniş, bir teslimiyet hâli vardı.
Konseri dinlerken aklıma sık sık şu geldi: İznik, sadece taşlardan, surlardan, camilerden ibaret değil. Bu şehir yaşayan bir hafıza. Ve Fazıl Say’ın eseri, bu hafızanın müzikle yazılmış güncesi gibiydi. Eserdeki temalar; doğa, su, gökyüzü, insan ve zaman... hepsi İznik’in ruhunu notalara döküyor gibiydi.
Kardeşim Enbiya Bakır ile konser çıkışı uzun uzun bu temalar üzerine konuştuk. Eserin kimi yerlerinde Mevlana’nın içsel dinginliğini, kimi yerlerde Karacaoğlan’ın içli sevdasını, kimi pasajlarda ise göçebe bir obanın özlemini hissettik. Fazıl Say’ın “İznik Türküsü” adı altında aslında bir Anadolu ağıtı, bir kültürel hatırlatma sunduğunu düşündük.
Konser sırasında seyirciler arasında tam bir sessizlik vardı. Kimse konuşmuyordu. Herkes dikkat kesilmiş, adeta büyülenmişti. Bu sadece Fazıl Say’ın teknik ustalığının değil, müziğin ruhunun da etkisiydi. Bu sessizlik içinde kimi zaman gölden gelen hafif bir dalga sesi, kimi zaman bir kuşun cıvıltısı duyuldu. Ve bu doğa sesleri bile eserin parçası gibi geldi bize. Çünkü iyi müzik, sessizlikle yarışmaz; onu kucaklar.
Kapanış ve Ardında Bıraktığı İz…
Konser bittiğinde insanlar alkışladı, ayağa kalktı. Ama o büyülü atmosfer kolay kolay dağılmadı. Biz de konser alanından ayrılırken öylece bakakaldık göle doğru. Bir eserin sadece notalardan ibaret olmadığını, sanatın bazen geçmişi bugüne çağıran bir elçi olduğunu bir kez daha hissettik.
Fazıl Say’ın “İznik Türküsü” sadece bir eser değil; bir duruş, bir hatırlayış, bir vefa örneğiydi. Müzikle geçmişe dokunmak, tarihin gölgesinde bugünü solumak ve bir şehrin sesini evrensel dile çevirmek… Bunu yapabilen sanatçılar çok azdır. O gece İznik’te, bunu başaran birini dinledik.
Umarım bu tür kültürel buluşmalar artar. Sadece sanat için değil; kendimizi, köklerimizi, şehirlerimizi yeniden anlamak için.